Ekim 2016


"O rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Ve gökten bir su indirdi de onunla sizin için meyvelerden/ürünlerden bir rızık çıkardı. Artık bilip durduğunuz halde Allah'a ortaklar koşmayın." (Bakara sûresi, âyet 22)

"Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında, rüzgarların bir düzen içinde yönden yöne çevrilmesinde, gök ve yer arasında bir hizmete memur edilen bulutlarda, aklını işleten bir topluluk için sayısız izler-işaretler vardır." (Bakara sûresi, âyet 164)

Asıl konuya girmeden önce, dikkatimi çeken bir iki hususa temas ederek başlamak istiyorum: Şöyleki, 2016 yılı, yılların içerisinde en kurak geçen, gökten yağışın, yağmurun düşmediği, güz döneminde ekinlerin aynen kuru topraklarda yağmur beklediğini biliyoruz.

Halkımız; bu sıkıntıdan kurtulmak için, mübarek cuma günlerinde, cami hocalarına baş vurduğu, onlardan toplu toplu cemaate dua yaptırmak için müracaat ettiklerini müşahede ettim. Gözler yukarılara dikiliyor, ha yağdı, ha yağacak misali, yağmur beklenilmektedir.

Ülkemizde, yeşile karşı, ağaç dikmeye, yetiştirmeye, ormana karşı lakayıtlık içerisinde olan halkımız, sebeplere sarılmadan hiç bir şeyin olmasının mümkün olmadığını bilmemektedir.

Tabii ki, su nimetini har vurup harman savururcasına tüketen halkımız, kuraklıktan, çekilen sıkıntıdan ibret olacak mıdır acaba? Çünkü; insanoğlu susuzluktan, kuraklıktan muzdarip olduğu gibi, bağ, bahçe, orman, yeşillikler, meralarda otlayan kuzu-koyun, dava sığır ve benzeri mahlukat bile  'su!' diye inlemektedir.
" Bu iki ayette dahi ciltlere sığmayacak bilgilerin özü vardır. Gök kelimesinin atmosfer olmadığını ikinci ayette rahat bir şekilde anlıyoruz çünkü gökten suyun inmesinden sonra bulutlardan da bahsetmektedir.

Atmosferden suyun inmesi gibi bir durumda söz konusu değil zaten. Şu an hayatta olan döngü bulutlarla sağlanıyor, eğer gök dünya dışı bir yer olarak anlatılıyor olmasaydı ayette sadece buluttan bahsederdi.

Kuyruklu yıldızlar buz ve kozmik toz karışımı toplardır. Anlaşılan şu ki dünyamız büyük bir kuyruklu yıldız saldırısına maruz kaldı ve su bu şekilde dünyamıza indi.

Bu ayetlerde dünyanın oluşuna bariz işaretler vardır. Önce gökler ve yer yaratıldı, sonra gece ile gündüz. Ve bundan sonra su dünyaya indirildi. Suyun inmesi sonucu hayat başladı. Bilimsel araştırmalar da bu yöndedir, tabi ki de en doğrusunu Allah bilir. Yaratılış ile ilgili ayetler bunlarla sınırlı değil tabi ki de.
" O ( Allah) ki, Gök"ten su indirdi. Onunla, her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık ve ondanda kümelenmiş taneler ve hurma ağacının tomurcuğundan sarkmış salkımlar, birbirine benzeyen-benzemeyen, üzümler, zeytinler ve nardan bahçeler çıkarıyoruz. Onlar, olgunluğa erişip ürün verdiğinde, onlara bir bakın! Muhakkak, iman edecek bir kavim için, bunda ayetler vardır." ( En'am sûresi, âyet 99 )
Bu ayetle ilgili tek bir noktaya değinmek istiyorum. Aslında Allah'ın ayetleri Kur'an'dan ibaret değildir. Okuyabilene her şey Allah'ın ayetleridir. Burada bir konudan bahsedilmektedir. Kur'an dışındaki ayetleri batı okudu ve gelişti.

Bizler ise daha Kur'an'ı okuyamadik tam anlamıyla. Bilim ile Din zıt değildir, iç içedir. Bilim Kur'an'ı anlamak için çok güzel bir araçtır aslında. Bunu kavrayabilsek. Basit şeylerle uğraşmayı bıraksak, hurafelerden kurtulabilsek." (diniyazilar.com)
Yüce Rabbimiz, insanoğluna su gibi bir nimeti vermekle, onu her türlü pislikten, cünupluktan, taharetsizlikten ve bunun akabinde hastalıktan korumuştur. Vermiş olduğu su nimeti ile, insan oğlu güzel yaşadığı gibi, tüm canlılarda bu sayede dünyaya renk katmışlardır..

Ama maalesef, suyun, su nimetinin kadrini,kıymetini bilmemekteyiz. Açık bırakılan musluklar; tıpkı ekmek gibi, hava gibi hayatiyetimizi nakışa sunmaktadır. Kur'an ve Nebevi haberler dikkate alınmış olsaydı, abdest alırken bile suyu israf etmez, "bir gün tükenecektir" edasıyla, tavrıyla onu israf etmezdik.

Onun içindir ki, Batı ülkelerine ulaşamıyoruz.. Onlar; ağaca, yeşile, suya özen göstermekte ve önem vermektedirler..Suyun kirletilmemesine, poşet, şişe, vesair atıklarla suyu kirletmeye çalışanlar görüldüğü zaman resmiyetten önce, diğer insanlar o kişiye, tiksinircesine bakmaktadırlar.

Ülkemiz suları temiz değildir. Sahiller kaderine terkedilmiş, her tarafta, yukarıda arzedilen zerzevatlar harmanlanmış durumdadır. Niçin ve neden? Hal böyle iken, başımız dara gelince, cami hoca efendilerine koşuyoruz. Koşuyoruz da, bizler, müslümanlar olarak uhdemize düşen görevimizi yapabildik mi? Hayır. Ben, yaptığımız kanaatinde değilim.

Örneğin, bir su kenarına, dere kıyısına piknik yapmaya gideriz.. Yer, içer, zevkü safa yaparız. Akabinde de, oradan ayrılırken, geriye ne kadar atık madde kalmış ise, onu da ya orada rast gele bırakırız, yada derenin, ırmağın içerisine boca eder öylece döneriz.

Millet ve Müslümanlar olarak, içtiğimiz, kullandığımız suyun,bu güzel nimetin kıymetini bilelim. Sebeplere sarılmalıyız. Ondan sonra da, dua etmeliyiz. Sebeplere sarılmadan, görevimizi yapmadan yapılan ve yapılacak duanın işlevsiz olduğunu bilmeliyiz.

Netice olarak:

Milletçe nüfuz oranımız süratle artmaktadır. Buna rağmen, tedbir almayışımız, ağaçlandırmaya, yeşile özen göstermeyişimiz üzülecek, kahrolacak bir durumdur.

Şahit olmaktayız ki, yer altına vurulan kuyular, artık ses vermemektedir. 70-80-90-100 metre derinden çıkan su mecalsiz, tazyiksiz bir durumdadır. Zaten uzun ömürlü olmayıp, kısa süre sonra kendiliğinden tekrar çekilmektedir.

Bendeniz, göl ve nehirler bölgesinde yaşamış, büyümüş bir insanım. Her zaman sormadan edemiyorum: Ne oldu Afşin'in Hurman çayına, Ceyhan çayına?

İnsanımız, bundan yıllarca önce, en küçük bir dereye giderde, sepetle yığın yığın balık tutardı. Ya şimdi? Şimdiler de, büyük sularda bile balık kalmamıştır. Niçin?

Çünkü, yıllarca; dinamitle tüm balıkları büyüklü, küçüklü öldürdük ve neslini tükettikte onun için. Dinamit atmakla, nehirlerin içerisine zehir atmakla hem balıkları öldürdük hem de diğer canlıları.

Duamızın kabulü için, sesimizi yüce Allah'a ulaştırabilmemiz için, bize düşen görevlerimizi yapalım. Tedbir aldıktan sonra, takdiri Allah'a bırakalım. Selam ve dua ile..

"Ona Rabbinden ( başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi? " derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım." (Ankebût sûresi, âyet 50)

"Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır." (Ankebût sûresi, âyet 51)

"De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Bâtıla inanıp Allah'ı inkâr edenler ( var ya), işte ziyana uğrayacaklar onlardır." (Ankebût sûresi, âyet 52)

Zikredilen ayeti kerimeler ışığından yola çıkarak, esas konuma başlamak istiyorum: Malum olduğu üzere, 2016 yılı yaz ayları, sahte Mehdi (!) sebebi ile, kana bulanmış, her yıl milletten devşirmiş olduğu kurban değerlerini kurban etmeyerek, sahte Mehdi (!); yavrularımızı, ciğerparelerimizi kurban etmiştir!..

İnsanlıktan nasibini almamış, gözü dönmüş, vicdanı kararmış, ne yaptığını bilmez, iradesini yitirmiş, Müslüman değil de, insanlık(!) vasfını kaybetmiş bir şekilde, aziz millet neferlerine, canlarına, masumlarına, evlatlarının üzerine kurşunlar yağdırarak, TBMM binamız bombalanmış, Genelkurmay göz bebeğimiz sahte Mehdi (!) taarruzlarına maruz kalmıştır!..

Hani Mehdi inancı, Mehdilik düşüncesi, insanları hidayete eriştirecek, kurtuluşlarına vesile olacaktı? Maşallah! Hem de ne sahte Mehdi imiş (!) İsterseniz Mehmet Durmuş hocamızı okuyalım:

" Mesih inancı fanatik Yahudilere, tembelliğin ötesinde bilakis, Müslümanları yeryüzünden silmek ve sadece kendilerine hayat hakkı tanımak hedefi doğrultusunda, her türlü kahredici yolu denemeleri için olağanüstü bir dinamizm (!) bile vermektedir.
Fakat, biz kendimize, Allah'ın saf ve berrak vahyini, İslam'ın tarih boyunca gelmiş şerefli elçilerini mi üsvetün hasene ( güzel örnek) ittihaz edeceğiz, yoksa, katil vahşi Siyonist örgütleri mi?
Eğer ikinci ise, biz kendi kendimizi inkar ediyor olmaz mıyız? Bir taraftan Yahudileri beğenmeyip eleştirirken, öte yandan onların ' sünnetini' benimsemek, Müslüman imanı ile nasıl bağdaştırılabilir?
Kur'an, bu uğurda çok çarpıcı bir temsille bizi düşündürmek istiyor. Evini bir uçurumun kenarına yapan ve onunla birlikte kendisi de cehenneme yuvarlanan kimse mi daha hayırlı, yoksa Allah korkusu ( takva) ve Allah rızası temeli üzerine kuran mı daha hayırlıdır? ( Tevbe, 109)
Şu halde biz de, akidemizi Allah korkusu ( takva) ve Allah rızası üzerine bina etmek zorundayız. Buradaki ' bina", akidemizdir. Kur'an dışındaki bütün hurafeleri, mitleri, mitosları-kaynağı ne olursa olsun- reddetmeli, aziz İslam'a bu mülevveslikleri ( kirliliklerini) bulaştırmamalıyız.
Biz bunu yaptığımızda Allah'ın bizlere ne gibi hayırlar bahşedeceğini bilmiyoruz. Fakat, batıl inançları ve hurafeleri ' doğru yol' zannettiğimizde, Allah'ın bize ne gibi belalar verdiğini, işte yaşayarak görüyoruz. Sonuç itibariyle, pratik sonucu ne olursa olsun, mehdi fikri gayri İslamidir. Gayri İslami bir araçtan Müslümanca medet ummak mümkün değildir. " (erdemyolu.com)

Yahu kardeşim, ne demek " Kainat İmamı" yalanı?. İçimizden, halktan biri olan, kainatın efendisi, alemlere rahmet olarak gönderilmiş bulunan Hz. Muhammed (sav) bile böyle bir iddiada bulunmamış, bir vakit yemek buldu ise onunla yetinmiş, zaman olmuş karnına taş bağlamış, ama, hiç bir zaman gurur, ucub, kibir, benlik, enaniyet denilen uçurumun kenarından bile geçmemiştir.

Ne konfor içerisinde yaşamayı, ne villalarda ömür tüketmeyi, nede krallar gibi kılıç sallamayı, kelle uçurmayı hiç bir zaman aklının kenarından bile geçirmemiştir. Alıntımıza dönecek olursak;

"Nida- Kanaatimce bu inancın daha önemli boyutu Yahudilik ve Hristiyanlığın başına gelenlerin İslam düşüncesinin başına gelmesi endişesi. Konunun bu boyutu üzerinde durmanın daha faydalı olduğu kanaatindeyim. Bu inancın İslam düşüncesine etkisi ne boyuttadır?
M. D.- Evet, dediklerinize aynen katılıyorum. Bugün İslam düşüncesi, Kur'an dışından Hinduizm, Budizm, Zerdüştlük, İsrailiyat ve Mesihiyyat gibi değişik coğrafya ve iklimlerden akan kirli sularla- ne yazık ki- kirletilmiştir.
Fakat ümitsiz değiliz, korkuya, endişeye kapılmıyoruz. Zira İslam'ın son vahyi Kur'an sapasağlam ortadadır. Resulullah'ın nezih sünneti ise, bütün flulaştırmalara rağmen, yine Kur'an'la ve sair bilgi vasıtalarıyla gün yüzüne çıkartılabilecek vaziyettedir. Üzüntülü, kederli, panikli ve telaşlı olması gerekenler, alternatif dinin müntesipleridir.
Elimizde Kur'an gibi, dünyanın en mükemmel imkanı, Allah'ın en büyük lütfu bulunduğu sürece, dünyanın bütün dalaletlerini-moderniyle, gelenekseliyle- hidayete dönüştürme gücüne sahibiz. Bütün mesele, dinimizi ciddiye almak ve çok çalışmaktır." (erdemyolu.com)
Gerçekten üzülmemek mümkün müdür? Humeyni Şiası, kendisini Mehdi ilan edebilir! Kurtarıcı, hidayete erdirici gösterebilir de, Fetö çömezi kimdir ki, ne kapasitesi, ne gücü bulunmaktadır ki, kendisini "Mehdi" ilan etsin ve kan döksün?
Aslında, devlet yetkililerimiz, bir Feto Mehdi(!)si ile yetinmemelidirler! Ülkemizde, halkın arasında kimler var ise, kendilerine Mehdi, Mesih süsü veriyorsa, araştırılmalı, yaka, paça bulunarak, Mehdi(!)lik gücünü, kuvvetini ve kudretini nereden aldıklarını ispat ettirmelidirler!..
" Nida -Bu konuda temel dayanak- sizin çalışmanızda da göze çarptığı üzre- hadisler. Bu konudaki hadislere karşı tavır ne olmalıdır?
M.D. Evet, haklısınız, mehdilik ve benzeri konuların dayanağı kuşkusuz hadislerdir. Ne yazık ki hadis konusunda Müslümanların kafasında hala önemli takıntılar var.
Hala hadisle sünneti ayıramayan Müslümanın sayısı azımsanmayacak kadardır. Hadis adı altında pek çok İslam dışı söylem, ne yazık ki İslami kılıfa büründürülmüştür. Bizim bu mehdilik çalışmamızda olduğu gibi, hadislerin mutlaka Kur'an'la, akıl ve iz'anla, tarihi verilerle kritiği yapılmalıdır.
İnsanlar körü körüne inat etmeyi bırakmalı, 'hadis' denilen bir rivayetin Kur'an'dan neleri götürdüğünü, veya neleri örttüğünü iyi hesap etmelidir. Günlük hayatımızda nasıl ki, ister dostumuz olsun, ister düşmanımız olsun, bir kişi hakkında, duyduğumuz her söze inanmıyor, mutlaka emin olmak istiyor, emin olmamızı sağlayacak birtakım deliller, kanıtlar istiyoruz...." (erdemyolu.com)

Netice olarak;

Tüm bunlardan anlıyor ve inanıyoruz ki, zamanımız Kur'an'a yönelme, emirlerini yaşama, hayata geçirme zamanıdır!.. Elbette ki, sahih, mütevatir hadisi şerifleri de baş tacı ederek, Kur'an'a götürüp, Kur'an'dan hadis hakkında referans almak zorundayız!..

Tabii ki, bu çalışmayı da yapacak olan, ilim adamlarımızdır. Her türlü hikayeden, hurafeden uzak çalışma yapan ilim ve bilginlerimiz yapacaktır.

Yukarılarda, söz arasında kurban kesmeden, kurban ibadetinden söz etmiştim. Başkanlığımıza hibe edilen, vekalet verilen kurbanlardan şek ve şüphemiz yoksa da, ortalarda dolaşan bir hayli neidüğü belirsiz kurum, kuruluş ve kişilerin toplamış oldukları Kurban etleri, derileri ve sakatatları nereye, hangi mahfile, kimlere sarfedilmektedir?..

Tüm bunların araştırılarak, milletimizi kandırmaya çalışan uyanıklara, mehdi geçinenlere fırsat verilmemelidir. Görülen ve yaşanan odur ki, tüm dünyada, Fetö teröristine verilen kurban ne oldu, nereye harcandı, Milletçe bunu yaşamış olduk! Rabbimiz, bizleri, Mehdilik, Mesihlik düşüncesinden uzak eylesin. Selam ve dua ile.

camii-sultanahmet
" İman ediip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler." (Bakara sûresi, âyet 277)

" Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin." (Bakara sûresi, âyet 278)

Konumuzun başlığı ilginç değil mi? Günümüzde, ekseri iman etmiş, namaz kılan fakat camiden çıkınca camideki tüm iyi hareketlerini terkeden Müslümandan bahsedeceğiz!..

Camide, namaz kılmakta olan Müslümanı sanki birileri dürtüklemekte, "bir an önce hemde tesbihini bile çekmeden camiyi terket" diyen biri varmış gibi, kaçarcasına, boşanırcasına camiden kaçılmaktadır. Çünkü;

Bankada kredi kuyruğuna girecek, kahvede oyuna başlayacak, çay ocaklarında politik veya nötr sohbetlerde bulunacaktır!.. Onun için acelesi vardır!..

Bazen, düşünmeden edemiyorum. Sahabenin namazı ile, bizim namazımız arasındaki fark nedir?.. Kader hakkındaki meşhur fetvası ile ün yapmış, büyük alim Hassan'ül- Basri (ra)'a sorulur:

"Sahabe-i kiramın; İslam'ı yaşaması, anlayışı nasıldı?" diye sorulur. Vermiş olduğu cevap enteresandır. Şöyle kİ " Sizler; sahabeyi görmüş olsaydınız, bunlara " deli" derdiniz. Onlar da, sizleri görmüş olsaydı, bunlar Müslüman değildir" sözünü demiş olurdu.

Gerçekten, iman ediyoruz, ismimiz Müslüman, camiye gidiyoruz ama, camiden boşaldıktan sonra, apayrı bir insan oluveriyorz. Hem de, imana, namaza, camii haline uymayam, taban tabana zıt olan bir hal..

Bilhassa koskoca adamlar, Allah'a iman etmişler, alınları secdeli, esneyerek de olsa namaz kılmaktadırlar. Lakin, camii dışındaki tutumları apayrı bir alem.. Sigaradan tutunda, kahvede kağıt oynarken agızdan çıkan galiz küfürle dine, talaka sövmeler iğrenç haller meydana getirmektedir..

Bazan da şahit oluyorum ki, minarede ezan okunuyor, halk akın akın camiye koşarken, bir kısım insanlarda, tam caminin karşısında bulunan kahvede sigarasını tüttürtmekte, taşını dizmeye devam etmektedir. Doğrusu çok ayıp, çirkinlik ve lakaydiliktir.


Demek ki, kılmış olduğumuz namazlar insanların üzerinde bir etki, bir değişiklik meydana getirmemektedir. Yani, bir nevi alışkanlık, el gördülük gibi bir tutumdur. Yani, Türkiye coğrafyasında iman tamam, namaz tamam ama, camii dışında bam başka insanlar olmaktayız..

Yakınlarımızın, koşularımızın düğünlerine gitmekteyiz. Düğün esnasında namaz vakti geliyor, oynayanları, zıplayanları, dans edenleri, silah sıkanları bırakıp hemen camiye, namaza koşuyoruz. Demek ki, bu hususta burada da bir çelişki, zıtlık söz konusudur. Bazan dans edenleri, hoplayanları seyretmek, silah atanlara alkış tutmak sonra da namaza koşmak!..

Oysa, Müslümanın tavrı belli olmalı idi!.. İmanının gereğini yerine getirmeli idi. Haksızlığa, batlıa, sapkınlığa bulaşmadan yaşamaktı.. Şu ayeti kerimeyi güzelce tefekkür ederek anlamalıyız.:

"Onlar öyle ( fasıklar) ki, kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah'ın, ziyaret edilip hal ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten vaz geçerler ve yer yüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte onlar gerçekten zarara uğrayanlardır. " (Bakara suresi, ayet 27)

Bu ayeti kerimeye kısa bir yorum yapacak olursak: fasık: hak yoldan sapan, sapıtan kimsedir. Kesin olarak verilen söz de ehl-i kitabın ahir zaman Resulüne iman edeceklerini söylemeleridir ki, gelince iman etmediler ve sözlerinde durmadılar.

İslam'ın çok değer verdiği akraba, komşu ve yakınlarla ilgilenip bunlara yardım etmeyi terkettiler. fitne ve fesat unsuru oldular, böylece hem dünyada hem de ahirette zarar gördüler..

Demek ki, iman etmeden, namaz kılmadan maksat, içeriği dopdolu bir ubudiyyettir. İçini doldurmak lazımdır. Camide, cemaatte 27 derecenin farkına ulaşmak, anlamak lazımdır. Sahi, bu günkü cemaat anlayışlarında bu şuurun farkında mıyız?

Netice olarak;

İman etmek, insanın imdadına koşmak, namaz kılmak, cemaate dahil olmak sıradan, basit, amelsiz, eylemsiz bir duruş değildir. İman etmek, namaz kılmak öyle bir davranıştır ki, fakirin halini anlamak, garibin, gurebanın imdadına koşmak, yetimin, öksüzün elinden tutmak, din, iman, vatan, millet, ülkemizde birlik beraberlik sevdalısı olmaktır.

Hizipçiliği, tefrikayı, mezhepçiliği, bağnazlığı önlemek, her türlü şirkin hurafenin önüne geçmektir. İman ve namaz, hastayı, düşkünü gözetlemek, böylelikle imanın ve kılınan namazın zevkine ermektir.

İman etmekten, namaz kılmaktan kalp mutmain değilse, demek ki, şuursuzluk, lakaydilik ön plandadır. "Dostlar bizi pazarda görsün" hesabı yapılan aerobik hareketler veya başka bir deyimle "yoga" hareketleridir..

İman ve namaz, bizleri rüşvetten, iltimastan, faizden, fuhuştan, yalandan, insan dolandırmaktan, riyadan, şirkten korumalıdır.. Aksi halde, yapılan ibadetler kendi kendimizi aldatmaktan öteye gitmeyecektir.. Selam ve dua ile.

  Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in evini Tourwirst adlı bir program 3 boyutlu olarak (3d)  olarak görme imkanı sunuyor. Daha önce Suudi Arabistan yönetimi tarafından kütüphaneye çevrilen Hz. Muhammed'in yaşadığı ev, tekrar aslına uygun olarak restore edilmiş ve dileyenlerin ziyareti için istifadelerine sunulmuştu. Hz. Muhammed'in evinin içinde bulunan mütevazı detaylar ise gerçekten bolluk içinde yaşayan müslümanlar için bugün bile bir nasihat niteliği taşıyor.

Yukarıda bulunan uygulamayla Peygamber Efendimizin evini 3 boyutlu (3d) olarak gezebilir, Peygamberimizin Eşyaları ve Peygamberimizin Evi hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

Peygamber Efendimizin Evi Tam Olarak Nerede ?

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in doğduğu ev Mekke'de bulunmaktadır. Hicretten sonra Medinede de yaşamış olan peygamberimizin orada da bir evi bulunmaktadır. Mekkedeki evinin tam olarak yeriyse şu şekildedir. Hz. Muhammed'in kabe'ye girerken kullandığı kapı olan Kabe-i Muazzama’nın Bab'üs-Selam kapısı tarafında Şib-i Ebu caddesindedir.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in Evinin Eski ve Yeni Hali

Peygamberimizin evinin eski haliyle ilgili görseller yok denecek derece az bulunmakta. Aşağıda mevcut olan kaynaklardaki fotoğraflara ulaşabilirsiniz.

Peygamber Efendimizin Evinin (Mevlid Evi) Restore Edilmiş Hali

Peygamber Efendimizin Evinin (Mevlid Evi) Restore Edilmiş Hali 

Kabe-i Muazzama'nın Yanında Bulunan Peygamber Efendimizin Evi

Kabe-i Muazzama'nın Yanında Bulunan Peygamber Efendimizin Evi

 Hz. Muhammed'in doğduğu evin eski bir fotoğrafı

Hz. Muhammed'in doğduğu evin eski bir fotoğrafı

Peygamberimizin evinin restore edilmeden önceki halinin en eski fotoğraflarından biri

Peygamberimizin evinin restore edilmeden önceki halinin en eski fotoğraflarından biri




Aşure, aşure günü
Zilhicce ayını geride bıraktığımız ve Muharrem ayına girdiğimiz bu günlerde halkımız Aşure Günü Ne Zaman olduğunu merak etmektedir. Osmanlı döneminden sonra Aşure Gününde, halk arasında yaygın olarak yapılan Aşure pişirilip, hayır olması umuduyla eşe dosta komşulara dağıtılması inancı, İslam tarihi açısından büyük ve önemli olayların yaşandığı Muharrem ayının 10. gününde gerçekleşmektedir.

PEKİ AŞURE GÜNÜ TAM OLARAK HANGİ GÜN

2016 yılı Muharrem Ayı, 2 Ekimde başlayıp 31 Ekim günü son bulacaktır.  Muharrem Ayının 10. gününe denk gelen 11 Ekim 2016 Salı günü Aşure Günüdür.

AŞURE GÜNÜ ORUÇ TUTMANIN FAZİLETİ

Bu yıl Muharrem Ayının 10. gününe denk gelen 11 Ekim salı Aşure gününde oruç tutmanın sünnet olduğu bilinmektedir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed;
"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç (ayı) Şehrullah (Allah'ın Ayı) olan Muharrem ayıdır. Farz namazdan sonra en efdal olan namazda gece namazıdır." Müslim.
"Muharrem ayında oruç tut.Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir."(Tîrmizi) şeklinde buyurmuştur. 
Tüm müslüman aleminin ve siz ziyaretçilerimizin Muharrem ayını kutlar, bu mübarek ayın milletimize sağlık ve huzur getirmesini temenni ederiz.

AŞURE GÜNÜ ORUÇ TUTMAK FARZ MIDIR ?

Aşure günü oruç tutmak farz değil sünnettir. Ramazan orucu farz olduktan sonra bile bu orucu peygamber efendimiz Hz. Muhammed'in terketmediği bir sünnet olarak tutmaya devam ettiği rivayet edilir. Bu konu hakkında geniş bilgiyi İslam Ahenginin Ramazan Özel olarak yayınladığı sayısında bulabilirsiniz.
aşure orucu, aşure günü oruç tutmak

Tüm müslüman aleminin ve siz ziyaretçilerimizin Muharrem ayını kutlar, bu mübarek ayın milletimize sağlık ve huzur getirmesini temenni ederiz.


Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *