gerçek şeriat inancı nasıl olmalıdır
"Hala Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (Nisâ sûresi, âyet 82)

Ayeti kerime hakkında kısa bir yorum yapacak olursam; Aziz kitabımız Kur'an'ı Kerim; hem ifade bakımından, hem anlam ve hüküm bakımından bir bütünlük arzetmektedir. İnsanların söylediği sözler, güzellik ve düzgünlük bakımından daima aynı olmaz.

Yazan ve söyleyenin içinde bulunduğu hal ve şartlara göre değişir. Aziz Kur'an'ın ifade ve üslubu ise baştan sona emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir. Bu sözlerin ihtiva ettiği anlam, hüküm ve haberler de, yaratılış öncesinden taa ebediyyete kadar hemen her şeye temas ettiği halde tam bir tutarlılık, bütünlük, sıhhat ve uyum arzetmektedir.

Yalnızca bunları düşünmek ve tesbit etmek bile, Kur'an'ı Kerim'in insan eseri olmadığını, Allah'tan gelmiş bulunduğunu anlamaya yetecektir.

Yüce şeriat; tüm insanlığı kaostan, kabustan, bunalımdan ve buhrandan kurtarmak için emredilmiş bir mukaddes emirler bütünüdür. Yeryüzünde, adaleti, özgürlüğü, eşitliği, hakkaniyeti, doğruluğu, özgürlüğü, insanca yaşamayı, Allah'a ve Resulüne itaatı emretmek için gelmiştir.

Diğer taraftan, her türlü pisliği, nefreti, sevgisizliği, düşmanlığı, husumetleri, cedelleşmeyi, hırsızlığı, fuhuşu, faizi, rüşveti, insan hakları ihlalini vb. yasaklamaktadır.

Lakin; gelin-görün ki, İslam'ın düşmanları hiç bir zaman boş durmamışlar, basını ile, yayını ile, oryantalistleri ile, müsteşrikleri ile asırlardır çalışmışlar. nihayetinde ise, başarılı olmuşlardır.

Kendi dindaşımız bile, aynı safta beraber namaz kılmış olduğumuz inanan kardeşlerimiz bile, şeriatı bir öcü, tehlikeli bir fikir, kelle uçuran, insanları taşa gömen (recm), dininden dönenleri (mürted) öldüren, hırsızlık yapan insanların ellerini kesen bir din olarak bilmekte ve öylece inanmaktadır.

"Maalesef günümüzde yaygın olan telakkide şeriat, İslam'ın değerlerinin en yüce ifadesi olan Şeriat olmadığı gibi, ilk asırlarda olduğu gibi bir tarihi inşa çabası değil, sadece " İslam tarihinin bir ürünü" haline getirilmiş durumdadır.

Dolayısıyla İkbal'in de haklı olarak eleştirdiği gibi, ulemanın tarihte kendi şart ve ihtiyaçları doğrultusunda ortaya koydukları yorum ve ictihadların, " şeriat" etiketiyle, hem de hikmet ve amaçları göz ardı edilerek sadece donmuş ve kabuk bağlamış bir malumat yığını şeklinde piyasaya sürülmesinden ibarettir.
Garaudy'nin ifadesiyle Şeriat, aslında gürül gürül akan ve aktığı topraklarda etrafına hayat veren bir pınar iken, durgun ve yosun tutmuş bir su birikintisi haline getirilmiştir.
Buna bağlı olarak ta, bu durgun suyun önünün açıp akmasını sağlayacak, akmaya başlayan bu suyu besleyecek yeni kaynaklar keşfetmeyi mümkün kılacak olan " ictihad-tecdit" mekanizması ise devre dışı bırakılmıştır.

Bu ise, gerçekte Şeriat'ın bir yasa, bir kurallar bütünü değil, yasa üstü bir ahlak, hatta " Hakikat, Tarih ve Metot" hem de dinamik ve yenilenmeye açık bir metot olduğunu göz ardı etmenin bir sonucu idi.

Halbu ki şeriat, Allah'ın buyruğunun hem beşeri aklın ışığında " keşfedilmesi" , hem de " ahlak kurallarına uygun bir şekilde" bu buyruklara tabi olmak demektir.

Bu sebeple Şeriat, hem bir doktrin, hem de bir yoldur, İslam'ın tarihteki epistemolojisinin ve metodolijisinin adıdır. Daha özlü bir ifadeyle Şeriat bir " eylem ahlakı"dır.

İşte Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'nin Batılı devletler tarafından yıkılması ve parçalara ayrılmasıyla, hatasıyla sevabıyla fıkhın/şeriat hukukunun Ümmet'in tamamını kapsayacak şekilde uygulandığı yaklaşık on dört asırlık süreç de sona ermiş oldu.

Bundan sonra Ümmet bir siyasi birlik olmaktan çıkarıldı ve küçük parçalar halindeki ulus devletlerden bazılarında şeriat hukukunun kapsamlı olarak uygulanmasına çalışılırken, bazı İslam ülkelerinde sadece şahıs hukuku ( ahval-i şahsiyye) alanındaki uygulamayla yetinilmektedir.

Bu gibi uygulamalar yanında, adalet ve hukuk alanında İslam hukukuna hiçbir şekilde yer vermeyen ve vermemeye özen gösteren, hatta hukuk sistemini tamamen Batı'dan koplayayıp adapte edenbazı İslam ülkeleri de söz konusudur." ( Ahir Zaman İlmihali, Prof. Dr. M. H. Kırbaşoğlu, sayfa 406-407 )

Hal böyle iken, İslam düşmanı, Şeriat karşıtı emperyal ülkeler, uluslar ileri-geri konuşabilir de, bizim insanlarımıza, beş vakit namazlı, haclı, oruçlu, zekatlı insanlara ne olmaktadır ki, şeriatı bir öcü, bir gerilik, bir gerici hükümler olarak bilmekte ve İslam'ın düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektedirler!..

Oysa, Şeriat'ı bilmiş öğrenmiş, tanımış olsaydık, vallahi!.. Bu muazzam hükümlerin, ne kelle kesmek, ne el kesmek, ne suçluyu taşa gömmek olduğunu bileceklerdi. Aynı durumu, Asr-ı Saadet dönemine götürmüş olursak; o dönemde kaç kişinin eli kesilmiş, kaç kişi taşa gömülmüş, hangi insanın özgürlüğü kısıtlanmıştır?

Eminim ki, bir gün gelecek ki, tüm insanlık; Batısı ile, Doğusu ile, herkes her kesim, bu aziz şeriatı arayacak, inceleyecek, araştıracak ve " Bulduk!.. Bulduk!" diye dört elle sarılacaklardır.  Tabii bunu derken, Şeriatı konuşturacak, mükemmel din alimlerine, ulemalarına ihtiyaç bulunmaktadır!.. " İctihad - tecdid" kapısını kapatmayan, bilginlere gereksinim bulunmaktadır.

Netice olarak;

İşte, o zaman görülecektir ki, tüm Müslüman kesimleri, Batı kapılarında, oryantal yuvalarında medet, yardım beklemeyecektir!.. Bilinecektir ki, şeriat sistemi, ne el kesme, ne kelle koparma, nede özgürlükleri kısıtlama olarak değil, sevgi, saygı, merhamet, evrenseli kucaklama, kadını kurtarma, erkeği insan olarak tanıma şeklinde anlaşılacaktır!..

Günümüz dünyasında, İslam'ın bir hayli birikmiş sorun ve soruları, cevabı verilmemiş problemleri bulunmaktadır!.. Kos koca Osmanlı; bu mevzuda bu kapıyı kapattığı için, " İctihad" alanında sınıfta kalmış olduğu için, tökezlemiş, hala da bir türlü belini doğrultma çalışması yapmamaktadır!..

Çünkü, klasik, gelenekçi, atalarcı zümreler, azınlıkta da olsalar, " İctihad" dendiği zaman, uyuz yarasalar gibi küplere binmekteler, kıçlarına nişadır sürülmüş gibi, avazeleri çıktığı kadar bağırmaktadırlar!.. " Din elden gidiyor" " dinde reform yapıyorlar" vb. ahlaksızca tutumları ile, dini çalışmaların önünde set oluşturmaktadırlar..

Örneğin, 15 Temmuz 2016 eşkiyalığının altında yatan etken nedir?.. İşte, bu korkudur!.. Diğer zümrelerde, cemaatlerde, aynı tasayı, aynı kaderi paylaşmakta, Şeriatın; millet tarafından anlaşılmasından korkmaktadırlar..

Rabbim!.. Bu konuda milletimize, basiret, fehim, bilinç nasip eylesin!.. Selam ve dua ile..

Hal böyle iken, İslam düşmanı, Şeriat karşıtı emperyal ülkeler, uluslar ileri-geri konuşabilir de, bizim insanlarımıza, beş vakit namazlı, haclı, oruçlu, zekatlı insanlara ne olmaktadır ki, şeriatı bir öcü, bir gerilik, bir gerici hükümler olarak bilmekte ve İslam'ın düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektedirler!.. Oysa, Şeriat'ı bilmiş öğrenmiş, tanımış olsaydık, vallahi!.. Bu muazzam hükümlerin, ne kelle kesmek, ne el kesmek, ne suçluyu taşa gömmek olduğunu bileceklerdi. Aynı durumu, Asr-ı Saadet dönemine götürmüş olursak; o dönemde kaç kişinin eli kesilmiş, kaç kişi taşa gömülmüş, hangi insanın özgürlüğü kısıtlanmıştır?

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *