ömer nasuhi bilmen
" ...Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır." (Fâtır sûresi, âyet 28)

Elbetteki, âlimler, Allah'ı bilen ve O'na tazimde bulunarak saygı gösteren ve besleyenlerdir. Resulullah (sav) bir hadisi şerifinde:  "Rütbelerin en yükseği ilim rütbesidir." buyurmuştur. Âyeti kerime de geçen ilim, imanla birleşen ilimdir. Çünkü iman ahiret hayatını da garanti altına alır; imansız ilim ise insanlara sadece geçici dünya faydası sağlar. 

Bu girişten sonra, merhum Ömer Nasuhi Bilmen efendiden kısaca bahsedecek olursam, vallahi, onun hayatını, ilmî otoritesini, takvasını, örnek yaşamını, hizmetlerini, eserlerini anlatmak, yazmak, kaleme dökmek zor bir mes'ele olacaktır.

Aşağı-yukarı benim gibi, az buçuk bu işle uğraşan her kişinin evinde, Ömer Nasuhi Efendi'nin " Istılahat-ı Fıkhıyye Kamus'u" adlı meşhur eseri bulunmaktadır. Emin olunuz ki, Ömer Nasuhi Bilmen hoca efendiden bahsetmeden, hayatını anlatmadan önce, o eseri bihakkın anlamak, topluma yansıtmak gücü lazımdır. 

Bizler, o eseri okurken, kekeme halinde okumakta, elimizde lügatçe kitaplarla eseri, çözmeye çalışıyoruz!.. Demek ki, Ömer Nasuhi Bilmen'den bahsetmek, onu anlatmak geniş, tükenmez bir ilim işidir, Dolayısıyla, onun aziz ruhaniyetinden özür dileyerek, kısaca, hakkında bir şeyler yazmağa çalışacağım: 

Ömer Nasuhi Bilmen; 1884'te Erzurum İl'imizin Salasar köyünde dünyaya geldi. Babası Hacı Ahmet Efendi, annesi Muhibe hanımdır. Küçük yaşta iken babasının vefatı üzerine, Erzurum Ahmediyye medrese müderrisi ve amcası olan Abdürrezzak İlmî Efendi'nin himayesinde yetişti. 

Sonra Narmanlı Hüseyin Efendi'den ders okudu. Daha sonra İstanbul'a gitti. İstanbul'da Fatih dersiamlarından ( profesör) Tokatlı Şakir Efendi'nin derslerine devam ederek diploma ( icazet) aldı. Aynı yıl hukuk okumaya başlayarak birincilikle mezun ve 29 yaşında iken profesör oldu. Bir gönül insanı, insansever bir kişiliğe sahip olan Ömer Nasuhi Bilmen hoca efendi, gerek gençliğinde, gerek öğrenciliği esnasında ve gerekse tüm görev yaptığı esnada insanseverlikten, insana hürmetten, insan kalbi kırmaktan uzak durmuş, herkesin kendisine hürmet etmesini sağlamıştır.

Şeker Muallim


"Altmış senelik muallimliği döneminde tek öğrencisini sınıfta bırakmadığı gibi hiçbir talebesine de zayıf not vermemiştir. Yetiştirdiği binlerce genç kendisine "Şeker Muallim" lakabını takmıştır. Bir öğretmenin başarısının; talebelerini öz evlatları kadar sevmesine bağlı olduğunu ifade ederek, öğretilecek hususların kısa ve öz olarak onların idrakine uygun şekilde anlatılması gerektiğini belirtmiştir, kendi başarısının sırrının da bu olduğunu söylemiştir.
Vazifesini aksatmaması:
Uzun memuriyet süresince sadece 1953 yılında Hac farizasını yerine getirebilmek için üç aylık izin almış ve 60'ncı gün görevine başlamıştır. Uzun yıllar içerisinde bir tek gün dahi vazifesine gitmediği görülmemiştir.

Siyasetten uzak kalması:

Siyasetten daima uzak kalmayı tercih etmiştir. Gerçek bir din adamının vazifesi " milletin, vatanın hayrına dua etmek ve siyasetten uzak kalmak" olduğunu söylemiş ve evlatlarına tek vasiyeti de bu olmuştur.
Tevazuu:
İlmine, dinî ve hukukî dehasının derinliğine rağmen tevazuu onu bir kat daha yüceltmiştir. En kolay meseleye dahi kitaba bakmadan ve soru sahibi yanında ise ona da göstermeden fetva vermemiştir. Fetvalarında hata etmemek için her ân Allah'a niyazda bulunmuştur. Kendisine her gün mektupla gelen sorulara zaman ayırıp cevap vermiştir. Sorulara verdiği cevabı, önce soru sahibinin mektubunun bir kenarına yazmış, daha sonra onu temize çekip mektubun geldiği adrese göndermiştir. Gelen soruları ve onlara verdiği cevapları da ömrü boyunca saklamıştır. Bir bardak suyunu en yakınlarından dahi istememiş, insanlara zahmet vermekten âdeta kaçınmıştır." ( Yeni Ümit) Dolayısıyla;
Hollanda ülkesinde Erzurum merkezden arkadaşlarım bulunmaktadır. Arkadaşlarımın da, Ömer Nasuhi Bilmen hocaya saygılı tavırları, onun ismi geçtiği zaman derhal tavır almaları, hürmet göstermeleri beni ziyadesiyle memnun etmektedir.Hatta, bir gün, birisi Ömer Nasuhi Bilmen ve Naim hoca arasında geçen meşhur olmuş bir anıyı anlattı ve bu anı benim çok çok hoşuma gitti:

"Hani Erzurum'un yine bir gönül sultanı, gönül adamı olan meşhur ve merhum Naim hocası vardır. (Allah rahmet eylesin) Naim hocanın, çıraklığı, kalfalığı, mollalığı sırasında, öğrencilerine medresede ders verirken, medresenin içerisine tanımadıkları bir adam girer ve sessizce bir yere oturur.
Tabii ki, Naim hoca ağzında sigarası vardır ve hem de ders anlatmaktadır. Arapça dersin bir yerinde, anlatırken, hata yapmıştır. Yani, "İrab "veya "murab" hatası.. İşte, tam bu esnada, o bir köşede oturmakta olan zat söze karışır ve derki: " Hocam!.. O kelimenin şöyle anlatılması lazım değil mi idi?" der.
Naim hoca bu.. Sinirlenir, birazda öfkelenir. " Be adam sen de kimsin?" diye tersler.. Misafir, kendini takdim eder " ben Ömer" der.. Naim hoca, baltayı taşa vurmuştur. Derki: " Yoksa bu Ömer'in Nasuhi'si de var mı?" sorusunu sorar. Almış olduğu cevap aynısıdır. " Evet, Ömer'in Nasuhisi'de vardır" cevabını alır. Ama, iş işten geçmiş, potlar kırılmış, Naim hoca, kızarmış, bozarmış, terlemiş bir halde, özür dilemiştir.. Bu anı, Erzurum, ilim çevrelerinde sık sık anlatılır olmuştur.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kabul etmesi:

" Ömer Nasuhi hoca, Cumhuriyet devrinde değişik zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığı görevi için teklifler almış; ancak bunları kabul etmemiştir. Cumhuriyet'in her devrinde olduğu gibi, 1960 İhtilâli'nden sonra da Diyanet İşleri Başkanlığı için yine Ömer Nasuhi Efendi akla gelmiş ve devrin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından bu görevi kabulü için rica ve ısrar edilmiştir.

O güne kadar daima bu görevi reddeden bu zâtın bu sefer kabulü çok mânâlıdır. Zirâ günün havası içerisinde eğer zayıf mizaçlı bir kimse bu göreve getirilseydi Türkiye'de çok şeyler değişirdi. Çünkü ezanın Türkçe okunmasından Kur'ân-ı Kerim'in namazlarda Türkçe okunmasına kadar değişik cereyanlar o günlerin yaygın sloganları idi. 

O günlerde Türkiye'de dinle bir münasebeti olmayan kimselerin dinde reform için gösterdikleri gayret şayan-ı hayrettir. Evet, işte o günün şartlarında bu görevi kabul etmekle Türkiye'de bir çok değişikliği önlemeyi başarmış ve bir müddet sonra da vazifesini yapmış bir insanın huzuru içinde emekliliğini isteyerek kendisini daha fazla çalışmaya ve son büyük eseri olan Kur'ân-ı Kerîm Tefsiri'ni yazmaya adamıştır. 

Ö. N. Bilmen İstanbul Müftülüğü'ne tayin edildiği tarihten vefat edinceye kadar gerek ilmî ve ahlakî otoritesi, gerekse samimi dindarlığı ve tevazuu ile dini konularda Türkiye'de Müslüman halkın başlıca güven kaynağı olmuştur. İnançta, ibadet ve ahlâkta Ehl-i Sünnet mezhebini şahsında tam bir liyâkatla temsile gayret ettiği için herkesin saygı ve sevgisini kazanmıştır.
Şüphesiz bunda yaşadığı sürece aktif siyasetin dışında kalmasının da önemli bir rolü vardır. Aslında Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan on ay gibi çok kısa bir süre içinde ayrılmasının gerçek sebebi, o günkü yönetimin Türkçe ezan ve benzeri konularda Ö. N. Bilmen'i kendi politik gayelerine âlet etmeye kalkışmasıdır.

Zirâ Bilmen de selefleri gibi dinî meseleler söz konusu olunca asla taviz vermeyen bir yapıya sahipti. Nitekim 1960'lı yıllarda dinde reform imajını Türkiye'nin gündeminde tutmak için büyük gayret sarf eden çevrelere karşı, " Bozulmayan bir dinde reform olur mu?" demiş ve İslâm'ın ortaya koyduğu iman, ahlâk ve hukuk kaidelerinin orijinalliğini, evrenselliğini kendinden beklenen liyakat ve cesaretle savunmuştur." ( a. g. site)

Ömer Nasuhi hocayı anlatmakla, yazmakla, ondan bahsetmekle onun özelliklerini bitiremeyiz.. En iyisi nedir biliyor musunuz? Onun, bizlere okunması için bıraktığı eserlerine dalmak, akşam, sabah, gece-gündüz o eserlerle tatlı tatlı, huzurlu vakit geçirmektir.

Örneğin, gelenekçi bir kitap da olsa " Büyük İslam İlmihali", Kur'ân Tefsiri, Kamus-u ve diğer altın değerindeki ilmî kitapları aziz milletimizi, neslimizi beklemektedir!.. Gelenekçi dedim, çünkü, Ömer Nasuhi Bilmen merhum, yine eski Diyanet İşleri Başkanımız, Hamdi Akseki gibi değildir.
Ahmet Hamdi Akseki merhum, Reşid Rıza'yı, Muhammed Abduh'u vb. son devrin yenilikçi hocalarını referans alırken, veya onlara da hayatında yer verirken, Akif'le aynı çizgide buluşurken, Ömer Nasuhi Bilmen, onlardan daha farklı, daha doğrusu süre gelen geleneğin dışına çıkmamıştır.

Merhum Ömer Nasuhi Bilmen hoca efendi geride kalan, yetiştirdiği, aynı metodu takip eden hocalardan bilinmektedir. Bu büyük âlim, 12 Ekim 1971 tarihinde 87 yaşında İstanbul Fatih'teki evinde vefat ettiği duyulur duyulmaz, sanki, ilim adına, vatanın ve milletin güneşi batmış gibi, millet bir teessüre boğulmuş, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Lütfü Doğan, cenazesini bizzat kıldırmak üzere İstanbul'a gelmiştir.

Yine İstanbul Müftülerinden, onun en yakın arkadaşı Abdurrahman Şeref hoca efendi, kalabalığa karşı, cenaze başında konuşurken, binler, on binler, yüz binler hep birden hıçkırığa boğulmuşlardır.
" Omuzlarda götürülmesi" vasiyetinde bulunmasına rağmen, imanlı milletimiz, binler, on binler onun naaşını, Fatih'ten Edirnekapı mezarlığına kadar eller üzerinde taşımıştır. Çünkü, milletimiz; "Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür" sözüne kalbî olarak inanmış ve bu imanını, kıyamete kadar da koruyacaktır.

Ömrü boyunca, ilmî çalışmasından dolayı günde altı saatten fazla uyumamış, kendini İslam'a, Kur'an'a, İslâm Hukuku'na vb. ilimlere hasretmiş, bu büyük âlimi saygı ile , hürmetle yâd eder, makamının cennet olmasını, bizlerinde ona komşu eylemesini Rabbimden niyaz ederim. Selam ve dua ile..
Şerafettin Özdemir

Yorum Gönder

Author Name

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *